‘Göğün
mucizesine ve toprağın doğurganlığına’ diye, başlamış şair içini dökmeden
önce…
Göğün buluşturan mavisi ile toprağın mucizesi
arasında bir yerde soluklayarak. Çocukluğunun büyük bir kısmını köyde geçirmiş.
Belki bu yüzden hep mucizelere içerlemiş.
‘
Hızla sonuna yaklaştığım yolda, şiirden başka hiç’
diyor içinin kıyıya vurduğu bu son kitapta. Aynı ‘göğün altında’ renklere, renklerin birleştiren yetisine, uçuç
böceklerinin yabanlara konduğuna, gidenlerin kirpilerden esinlendiğine ve göğün
yedi rengine inanmış. Kimi zaman, bir ‘dudağın
kenarında yanıp sönen yeşilden’ almış cesaretini sözcükler, kimi zaman
kukumav kuşlarının gurbete gittiği yerden, çokça teşbihle.
Kimi zaman da sözcükleri;
‘çarpıp
geçtiğinde görseydin aşkla döndüğümü
senin
için bu kadar sıkıcı olmazdı
teneke gıcırtısına benzettiğin pervanemin
sesi’
diyerek serzenişlerinin duyulmamasına
içleniyor gibi titrek çıkmış.
’Geç
kalmışlıkla erkenci olmanın’ arasındaki avuntusuyla, kalmanın da, gitmek
kadar ağrılı yanına
‘sen ki hep o uzun vedalar için seviyorsun
kendini
buradayım
oysa, bir gölge boyu uzağında’
seslenmiş soluk
aldıkça.
‘uçuç
böcekleri ve bir de yaban arıları cesaret edebilir
hiç bahçıvan makası görmemiş dallarımda
dolaşmaya
azcık konuklan geçer birazdan dudaklarının
morluğu’
gibi sertçe dokunan
sözcükleri savurmuş uzun vedalara, gölge boyu kadar uzaklıklara ve yaban
yulaflarının içinde uyuyup seyrettiği yolların o tepelere varmayışına. Topraktan,
toprakta bitenden, toprakta tütenden alıyor rengini şiirleri. Elinde bir
fotoğraf makinesi, ormandan, çiftleşen kaplumbağaların ve çobanların yanından
geçiyor. Sazlıklara uzanıyor boylu boyunca. Yolları izliyor. Doğanın değişme gücüne
yaslıyor temennisini. Aşağıdaki dizeyle;
‘
ormanın çırılçıplak kaldığı günlerde kaybetsem de seni
otların
en yeşil zamanında geri geleceğini biliyorum’
Beklentisini, çırılçıplak kalmış bir ormanın
günü geldiğinde yeşillenebileceğine
dayandırıyor. Toprağın doğurganlığına güvenerek.
Sözcükleri geçmişe eğilip bakıyor
‘seninle
omuzlarımıza dökülen ıhlamurun yanına geldiğimde, tek bir gövde gibiydik dedim
seninle; göğün mucizesini ve toprağın doğurganlığını gösterirken birbirimize.’’
Hatıraları giz oluyor,
sözcüklere.
‘ölüm
var diye sokuluyorum gölgene. Ateşin söylemeye çalıştığını anlatan çok. Ne ki
dilsizim ben, söyleyeceği sözü durmadan erteleyen bir sır taşıyıcı. Bu nedenle
yıkıyorum ağzımı, yemine durmadan önce; sürekli köpürtmeye çalıştığım gençliğimin
külüyle.’
Kuşların getirdiği
haberlere, yollara ve aynı sağanakta ıslanmanın avuntusuna sığınıyor. Gözünün
gördüğünü fotoğraflıyor şiire. Renkler, çiçekler, ormanın sessizliği,
kertenkelelerin uyuyan miskinliği, yaprakların birbirine anlattıkları ve bir
akrebin soktuğu yerde, zehri emip toprağa bırakmasını…
Toprak doğurandır. Sütü
de zehri de saklayandır
Göğün altında
Selami karabulut
2015 Sunullah Arısoy
Ödülü
Hel yayınları
Okuma Notları / Narin
Yükler
Haziran’ın geçmeyeni
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder