29 Mart 2019 Cuma

Narin Yükler (Röportaj-Kimyazıyor.com Ocak 2019)


Didem GÖRKAY: Arkadaş Z. Özger şiir ödülünü alan kitabınız Aynadaki Çürüme'ye bu ismi verirken nerden yola çıktınız? İsmin hikayesini paylaşabilir misiniz?
Narin YÜKLER: Nesne olarak aynalarla aramda hep mesafe olmuştur. Çocukluğumun geçtiği evden şu an yaşadığım eve kadar aynalarla sıcak bir ilişkim olduğunu söyleyemem. Elimde tuttuğum bir fotoğrafa ne kadar yakın durduğumu anlamak için aynanın karşısına geçtiğim gün isimlendirdim kitabı.
“Bir yüzü ancak bize bakıyorsa görürüz. Profil asla yüz değildir ve kameralar her nasılsa çoğu yüzü profile dönüştürür’’ der J.Berger. Elinizde tuttuğunuz bir fotoğrafın şimdiki zamanla ilişkilenmesi mümkün değildir. Birkaç dakika öncesini gösterse bile geçmiş zamana aittir o.  Ayna, görüntünün şimdiki zamanla ilişkisini mümkün kılıyor. Bu yüzden Platon’u, Aristotales’i, Lucas’ı Ibn(‘ül) Arabî’yi ve dünya edebiyatındaki eşsiz birçok eseri cezbettiği gibi beni de cezbediyor ayna metaforu.
Çürüme ise o fotoğraftan ne adar uzaklaştığımı fark etmemle başladı. Fotoğrafın geçmiş zamanla ilişkisi, ‘’ayna’’nın yansıtıcılık özelliğiyle şimdiki zaman anlatıcığı ve ‘’çürüme’’ nin şimdiki zamandan başlayıp geleceğe yürüyen küf yeşili rengi şiirler arası geçişle girift bir hal aldı ve bu durum  ‘’aynadaki çürüme’’nin omurgasını oluşturdu.

D.G: Şiirde yenilikçi olmaktan mı yanasınız yoksa geleneksel şiiri mi savunuyorsunuz?
N.Y: Okumayla ilişkim yıllar öncesine dayanıyor. Yazmayla ilişkim o kadar uzun değil. Bu sebeple şiir yazmaya başlamadan önce de şimdi de eskiyi okumaya özen gösteriyorum. Neyin, hangi dönemde, nelere karşılık durduğunu öğrenmeyi önemsiyorum. Takip ettiğim şairlerin eski eserleriyle yeni eserleri arasındaki yolculuğun öğreticiliği aydınlatıcı. Oraya saplanıp kalmadığımız sürece bunun bir şiirzaman yolculuğu olduğuna inanmak güzel. Ancak geleneği benzer biçimlerde üretmeyi bir bahçede yer alan aynı tür ağaçlara benzetiyorum. Birbirine benzeyen, aynı tür onlarca ağaç... Var olana saplanmamak, onu dönüştürmek, farklı biçimlerde yeniden üretmek zorundayız. Kendimize seçeceğimiz yolu çevremizi duyumsayarak, içsesimizi bulmaya çalışarak ve güzeli çağırarak bulabileceğimiz kanısındayım.

D.G: Kitapta dört bölüm yer alıyor. Çürüme, ayna, perde  ve hafıza adlarını seçmenizin nedeni neydi?
N.Y: Aynadaki Çürüme bir kitap oylumuna ulaşsın diye şiirlerin rastgele derlenip bir araya getirildiği bir dosyadan oluşmadı. Dosya bütünlüğünü göz ardı etmeden, ilk kitapta olması gerektiğini düşündüğüm birkaç izlekten oluşan şiirleri birbirinden ayırmadan, kendi içerisinde anlamlı bir bütün oluşturacak şekilde bölümlere ayırmak istedim. Bölüm isimlerini ve beraberindeki epigrafları seçerken sözcüklerin çağrışım yetisine sığındım. Göç ve yola dair söylemek istediklerimi ‘’çürüme’’, kendimle karşılaşmalarımı ‘’ayna’’, aşklara ve gizlere dair yazılanları ‘’perde’’ ve biraz olsun kamusal bellek yaratabileceğine inandığım şiirlerimi ‘’hafıza’’ isimleriyle anmak istedim.

D.G: Şiirlerin genelinde bir yol imgesi var. Kitabınızı da yola ithaf etmişsiniz. Yol size neyi ifade ediyor?
N.Y: İnsanın gerçekliği kendisi için zorlayıcı olduğu kadar didaktik özelliklere de sahip. ‘’Yol’’ da benim için rızayla başlamayan, çok uzak olmayan, ama yakın diyemeyeceğim, ‘’ev’’den ayrıldığım, fakat başka birinin evine/yurduna gitmediğim bir yolculuğu imliyor. Öğretici olmaması mümkün mü? Kendi etrafında dönmeye benzeyen bir yolculuk benimkisi. Hiçbir zaman evinde hissedemeyeceğin, dönebildiğinde hiçbir şeyi bıraktığın gibi bulamayacağın bir yolculuk.  ‘’Göç’’ der Stuart Hall, ‘’tek yönlü bir yolculuktur, geri dönülecek yuva yoktur.’’ Bireysel algılanmasını istemem tüm bunların. Tüm yersiz yurtsuzluğumla söyleyebilirim ki bu ‘’maruz kalma’’ bana özel değil. Sadece son birkaç yıla baktığımızda bile kaç insanın buna maruz kaldığını görebiliriz. Yerinden edilme biçimi olarak ‘’yol’’un varış noktasına sahip olmadığı muhakkak. O zaman ‘’gerçek yolculuk nedir’’, ‘’nereye olmalıdır’’ gibi sorular zamansallıkla beraber açılıyor önünüze. Bunlara yanıt ararken buluyorsunuz kendinizi. Süreç sizi oraya getirip bırakıyor. Kendinizle, kendinizi anlama arasındaki o sınıra. Bir de çevrenizin başkaları tarafından örülmüş sınırlarla kaplı olduğunu görüyorsunuz burada. Sadece ülkeler, şehirler, evler arasına çekilen bir sınır da değil bu. Anlamamaktaki ısrar, gerginlik, sürekli saldırma hâli, tahammülsüzlük, gittikçe artan huzursuzluk, kötücül olanı çoğaltma hevesi... Tüm bunların toplamı ısrarlı olumsuzlama.  Yazmanın mümkünlüğüyle bunu yok sayabiliyor, olumlayabiliyoruz. Neye ne kadar yettiğimiz meçhul. Ama o sığınak sağaltıcı. Dışarısı insan için korkunç bir sarmal. İçeriyi görebilmek sağaltıyor.  G. Bachelard’ın ‘’içerisi ile dışarısının diyalektiği’’ adlı çalışmasında ilk defa karşılaştığım J.Tardieu dizeleri kulağıma mırıldanan bir şarkı gibi geliyor şimdi;
‘’ilerlemek için kendi çevremde dönüyorum,
hareketsizliği barındıran siklon.’’
...
‘’ama içeride hiç sınır yok!’’
Ben de ‘’ilerlemek için kendi çevremde dönüyorum. ‘’ dışarısı sınırlar ve bencilliklerle kaplı. ‘’Ama içeride hiç sınır yok!’’

D.G: Şiirlerinizde dikkat çeken diğer bir imge de hafıza, özellikle şair duyarlılığına sahip olanlar için hafıza bir yük müdür?
N.Y: Hatırlamakla ilgili birtakım problemlerim var. Neyi unutmak istediğim ile neyi unutmamam gerektiği arasında gittiğim yolun zaman zaman beni yorduğunu itiraf etmeliyim. Bu,  karşıya çizdiğiniz bir çerçeveye, istediğiniz bir fotoğrafı yerleştirmek için adım attığınız anda ayaklarınızın çevresine çizilmiş büyükçe bir daireyi fark etmeniz gibi aşındırıcı bir his. Sizi çevreleyen, çıkışınıza izin vermeyen büyükçe bir daire. İçeriden bakınca büyük, katlanılabilir bir çember. Bazen dışarıdan nasıl göründüğünü hayal etmeye çalışıyorum. Oldukça küçük bir şey tasavvur ediyorum. O halde diyorum; o halde o fotoğraf ve o çerçeve benim. İçinde sıkıştığım, büyük zannettiğim, beni sarmalayan daire de. İkisi arasındaki mesafeyi kısaltmak adına çok bakış tükettim. Hâlâ oralarda bir yerde tükendiğimi hissediyorum. Evrensel değere vurduğumuzda hangimizin dairesi bu kadar küçük değil ki? Bunu bir avunma biçimi olarak seçiyorum. Sonra bunu unutmak istiyorum. Hafızamda hep genişlemeye, genişletmeye, alan açmaya dair şeyler kalsın istiyorum çünkü. Toprağa birden fazla fidan diktiğimizde aralarına – boğulmasınlar diye- bıraktığımız boşluklar gibi... Nefes payı diyorum buna. Bunu da unutmamam gerekenler hanesine yazıyorum.  Çok sonra yoklama yapıyorum kalanlara dair. Orada eli kolu bağlı yığınla görüntünün beni beklediğini görüyorum. Bunlar yük. Bilirsiniz,  yaşadıklarımız onu hatırladığımızda değerlenir. Onu aktarmaya çalıştığımızda ise farklı bir misyon yüklenir. Hatırlama, anlatma/aktarma kararıyla birlikte tanıklık anlamı kazanmaya başlar. Bu aktarım süreci ise tanıklık edebiyatına malzeme oluşturur.  Tanıklık edebiyatını kişisel deneyimlerimizden ve bu deneyimler sonucu oluşacak yargılarımızdan (belki önyargılarımızdan) bağımsız düşünemeyeceğimiz için elbette hafıza ve aktarımı da anlatıcı (şair) üzerinde bir yük. Tanıklığımız yaşadıklarımızı gerçekleşme anında aktarmamıza (resmetmemize, çizmemize, yazmamıza) izin vermez. Zamanla anlamlandırma sürecine gireriz. Bu süreci deneyimlerimizden bağımsız değerlendiremeyeceğimiz için bu yükü yorumlama aşamasında hafifletmeye çalışırız. Bu yorumlamanın bütünüyle tarafsız olması imkânsız. Tüm göreceliğine rağmen tanıklık, tanığın hikâyesini anlatarak verili dilin karşısında durabilir. Statükonun belleği ısrarlı bir şekilde silme çabasına karşılık bu, bir itiraz niteliği kazanır. J. Berger’den aktaracak olursam; ‘’Bugün var olanı resmetmeye çalışmak, umudu teşvik eden bir direniş eylemidir.’’
 ‘’Aynadaki Çürüme ‘’ de kişisel deneyimler (ben)le örülü, genelle ilişkilenebilecek bir tanıklığın eseridir ve bu konuda dikkatli okurun fark edebileceği gibi çokça pitoresk şiirler içerir.


D.G: lk şiirinizden ödül aldığınız Aynadaki Çürüme kitabınıza kadar geldiğiniz süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
N.Y: Şiir yazmaya başladıktan kısa süre sonra dergilerle tanıştım. Bir derginin benden şiir isteyip, (devamında yayın tarihi verip) özyaşam öykümde ‘’Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldığım’’ ifadesini okuduktan sonra vazgeçmesini gülümseyerek anımsıyorum. Gülümseyerek anımsıyorum, çünkü o dönemde de şimdi de kabul görmeye yönelik çabam olmadı hiç. Sakinlik ve üslup günlük yaşamımda da edebi ilişkilerimde de önemsediğim iki şey. Söylemek istediklerimi üslubunca söylemeye dair inancımı diri tutmaya çalışıyorum. O dergiden sonra şiirlerim kitaplaşma sürecine kadar birçok dergide yayımlandı.  Zamanla seçici olmak zorunda olduğumu hissettim ve bu dergilerin sayısını ikiye indirmeye karar verdim. Sonrası her zaman varlığını hissettiğim bir editör ve kitaplaşma süreci.  Dosyayı bitirdiğim tarihin üzerinden yaklaşık iki, kitabın yayınlanma tarihinin üzerinden bir yıl geçmiş. Şimdi tekrar okuduğumda ’’şöyle olsaydı daha iyi olurdu’’ diyebileceğim birçok noktayla karşılaşıyorum. Bazen uzaklaştığınızda görebiliyorsunuz hatalarınızı. Bir iç çekiş değil bu, farkediş. Şiirin hep daha iyiye doğru yürümesine dair bir süreç. Hiç bitmemesini dilediğim...

D.G: Günümüz şiirini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir şair gözüyle beğendiğiniz şairler kimlerdir?
N.Y: Durağan şeylere ‘yeni şiir’ diyemiyoruz. Yerinde sayan, tekrar eden... Sözcüklerin dil aracılığıyla başkalaşım geçirmesine tanık olmayı arzuluyoruz birçoğumuz.  Hayal kırıklığına uğradığımı söylersem ‘’yeni’’ye dair haksızlık yapmış olabileceğim hissine kapılıyorum. Hem benden önceki kuşaklardan hem de kendi kuşağımdan güzel şiirler okuyorum.  Sina Akyol, Akif Kurtuluş, Şeref Bilsel, C. Hakkı Zariç, Nilay Özer, Betül Dünder, Didem Gülçin Erdem gibi...

D.G: Genel olarak toplumda şiire karşı bir önyargı var. Özellikle yayınevleri şiir dosyalarına yeteri kadar imkan tanımıyor. Bu durumda şiiri sevdirmek bir işe dönüşüyor. Burda şair mi okuyucu mu bu durumdan sorumludur?
N.Y: Kurum destekli yayınevlerinin şiire bakış açısı şiiri özendirmede yetersiz. Şiirin bir edebiyat türü olarak kurum destekli yayınevleri tarafından adeta dışlanması, butik yayınevlerinin şiiri ‘’okunmayan tür’’ olarak ilan edip bedel karşılığı yayımlaması, şiirin okunma oranıyla yazılma oranının birbirine yakın olması şiirin çıkmazlarından.  Bir yol açmak için ya destekli yayınevlerinin şiire daha fazla alan açması gerekiyor, ya da şiirin kendine bağımsız bir itiraz geliştirip nitelikli kollektiflerle kendine yol açması gerekiyor.

D.G: Şiirle mi yolunuza devam edeceksiniz ilerleyen zamanlarda düzyazıya yönelmeyi düşünüyor musunuz?
N.Y: Yazmaya öyküyle başladım. Şiir yazmaya başlamadan önce birkaç öyküm dergilerde yayınlandı. Şiiri başka bir yazın türüne geçmede basamak görmediğim için şiiri terk edip bir başka yazın türüne yönelmeyi düşünmüyorum. Başka bir yazın türünde yazmayı şiiri terk etmeden düşünebilirim belki. Bu süreçte şiir beni terk ederse, tükenirsem veya tekrara düşersem devam etmektense bırakmayı tercih ederim. Fakat bunları konuşmak için çok erken.  Geleceğe dair keskin sözcüklerle konuşmaktan imtina ediyorum. Yaşamımız sürekli yazma eylemiyle meşgul olabilecek kadar güvenli, endişesiz ve düzenli değil çünkü.  İş, varsa eş, sevgili, akraba, dost, çocuk, eğitim, hastalıklar, kişisel planlar, hezimetler, hayaller arasında yaşıyoruz her birimiz. Kısa vadede gelecekten okumalarım için ayırabileceğim daha fazla vakit dilemekten başka temennim yok. Gelecek hepimiz için güzellik ve iyiliklerle gelsin dilerim.

Yeni E dergisi şiir soruşturması

1- İlk Türkçe şiirim 2015 yılının sonbaharında Akatalpa Dergisi’nde yayımlandı. Öncesinde gönderdiğim iki şiir ‘’öykü diline daha yatkın’’ gerekçesiyle yayımlanmamıştı. Bunu izah eden uzun bir mail almıştım dergiden. Gönderdiğim şiirler üzerine aylarca çalıştığımı ve takip eden yıl içerisinde günlük üç saatimi şiir ve şiir üzerine yazılanları okumaya ayırdığımı anımsıyorum. O dönemde şiirlerimizin yayın programına alınmaması ihtimali vardı. Bunu ‘’şiiri yükseltmek’’ adına değerli buluyordum. Şimdi öyle mi? Artık dergilerin şiir ister hâle geldiği bir dönüşüm yaşadık. Şüphesiz şairin şiirde katettiği yol da önemli bu dönüşümde fakat gerçekte çoğu derginin artık ‘’şiiri’’ değil ‘’şairi’’ yayımladığını inkâr edemiyoruz. Çok daha gerilere gittiğimizde şairlerin dergilerle/yayınevleriyle olan mücadelesine dair daha güzel anılara rastlıyorum. Sanırım ben o güzel dönemin sonuna denk geldim. Olumsuzlama değil bu, itiraz. Yoksa hâlâ her şiiri yayımlamayı uygun görmeyen dergiler var.
2- Türkçe ve Kürtçe dilleri her ne kadar yapısal farklılıklar gösterse de toplumların iç içe geçmiş yaşamları ve anlatıları ilk şiirlerimin temelini oluşturdu. Zaman geçtikçe şiir dışındaki yazın türlerine dahil okumalarımın etkisini şiirlerimde hissetmeye başladım.

Poetikasını oluşturmaya çalışan her şairin geçmiş dönem okumalarında iç sesine yakın bulduğu şairler ve şiirleri vardır. Şiirin gelenekle ilişkisini önemsiyorum. Fakat  ‘’ geleneğin yeniden üretilmesi’’ ni, geleneği çoğaltmaya tercih edenlerdenim. Bu yüzden benimsediğim şairleri bu bakış açısıyla okumaya çalışıyorum.  İsim vermem gerekirse; biraz geriye gidersem Turgut Uyar, daha yakın döneme gelecek olursam, dilin esnekliğinden haz aldığını düşündüğüm Akif Kurtuluş, C. Hakkı Zariç; son zamanlarda şiir dilindeki fazlalıklardan arınabilme adına şiirine çalıştığım Sina Akyol, Türkçe şiirin, hatta şiirin dışına çıkarsam M.Heidegger, G. Deleuze…
3- Hemen hemen her gün, bahsettiğiniz gibi birkaç tanıtım, iyi ihtimalle değerlendirme yazısına denk geliyorum. Karşılaştıklarımı okumaya çalışıyorum. ‘’Eleştiri ve inceleme’’ iddasında olmadığı sürece tanıtım/değerlendirme yazılarıyla sorunumuz olmamalı diye düşünüyorum. Eleştiri ve inceleme yazılarının azlığından yakınma hakkımız daim olsa da gittikçe ağırlaşan bir gerçek çarpıyor yüzümüze; sözün gerçeklikle sınandığı bu dönemde kaç kişi kitap okumaya, okuduklarında eleştiri disiplinine dayalı bir bağlam aramaya ve bunu yazmaya vakit ve enerji ayırabiliyor ki? Hiç mi yok? Elbette var. Gündelik hayatta hiçbir şeyi değiştiremeyecek olmanın verdiği huzursuzluk ile değiştirmeye olan inanç arasında mekik dokuyan, çabalayan bu azınlığa teşekkür etmemek elde değil. Bana geç ulaşan dergilerin geçmiş sayılarında, bazen online platformlarda bu disiplinle yazılmış yazılara denk geliyorum.  Sanırım en son Nilay Özer’in bir incelemesini okumuştum. Aradan aylar geçtiğine göre ya devamında şiire dair nitelikli bir inceleme yazılmadı, ya da ben birkaç ay yukarıda bahsettiğim gibi bir huzursuzlukla boğuşup takip edemedim.
4- Şüphesiz yazın türlerinin tümünde dil, kullanıldıkça anlam aralığı genişleyen bir hâl alıyor. Bu durum sınırsız bir uğraş alanı yaratıyor yazara. Şairler içinse durum biraz daha karmaşık. Hem verili dilden uzaklaştıkça değerlenen üslubu hedefliyor şair, hem özgünlüğü, hem de haz almayı. Yazdıklarından haz almadığını düşündüğü anda tükenmeye başlıyor. Şiirin tümüyle terkedilip öykünün başladığı yerde, şairin şiirle yollarını ayırmış olmasını şiir adına olumlu karşılıyorum. Çünkü şairin şiiri terketmesi ile şiirin şairi terk etmesi seçeneklerini birbirinin yerine geçebilir seçenekler olarak görüyorum. Şair, şiir yolculuğunda o hazza varmışsa, haz bittiğinde, şiirler tekrarlandığında, şiire yürüyen sözcüklerin uyandırdığı his sıradanlaştığında veya yenilenebilir/eklenebilir bir hal alamadığında ‘’terk’’ durumunun yaşandığını düşünüyorum. Bu yüzden şiir yazarken haz alıp, okura haz verebilen şairlerin şiirden umudunu kestiği zamanlarda yazmayı bırakmalarını ‘’tadında bırakmak’’ şeklinde yorumlamayı tercih ediyorum. Aksi durumda şiirin terk ettiği bir şairin yazmaya devam ettiğini düşünsenize… Bu seçenek, şiiri okurlar nezdinde karşılık bulmuş şairlerin şiirden vazgeçişlerine dairdi. Şiiri okurlar nezdinde karşılık bulamamış şairlerin kendini -kaba tabirle – öyküde sınamasını ve diğer seçenekleri şimdilik değerlendirme dışında tutmayı tercih ediyorum.

Soruşturma: Mehmet Özkan Şüküran
Yanıtlar: Narin Yükler
Aralık 2018

9 Şubat 2018 Cuma

Li gorî kevneşopiyeke Zanîngeha Charlesê di merasîma xelatdayinê de sirûda netewî ya kesê ku xelat wergirtiye tê lêxistin. Dema bi vî awayî rêza rûmetdayinê hat li ser min, ji min xwestin ku di navbera sirûda netewî ya îngîlîzî û sirûda netewî ya polonî de yeķê hilbijêrim û min zehmetî kişand ji bo ez bersivekê bidim.(Zygmunt Bauman ê ku li Polonyayê mafê hemwelatiyê jê hatiye girtin û li Îngîlîstanê mafê mamostetiyê wergirtiye behsa koç, nasname, netewe dike.)
#zygmuntbauman #heretik
Ez ji peyva “rexne” yê heznakim. Bi min şîrove maqûltir e. Mirov dikare berhemekê ji gelek aliyan ve lêbikole. Dema lêkolînê, di heman demê de mirov, wê şîrove jî dike. Gelek cûreyên vegotina peyvan heye, ez dikarim bêjim ji hezarî zêdetir. Ya ku min hilbijartiye jî şîrovekirin e. Bêyî ku ji bîr bikim vê jî bêjim, pirtûk kêm e, lê baş e.

1 Ocak 2018 Pazartesi

Göğün Altında, Selami Karabulut/ Hel Yayınları / ( AT. SAYI:2)

Açıklama: C:\Users\DELL\Desktop\Selami Karabulut.jpg

 ‘Göğün mucizesine ve toprağın doğurganlığına’ diye, başlamış şair içini dökmeden önce…
 Göğün buluşturan mavisi ile toprağın mucizesi arasında bir yerde soluklayarak. Çocukluğunun büyük bir kısmını köyde geçirmiş. Belki bu yüzden hep mucizelere içerlemiş.
‘ Hızla sonuna yaklaştığım yolda, şiirden başka hiç’ diyor içinin kıyıya vurduğu bu son kitapta. Aynı ‘göğün altında’ renklere, renklerin birleştiren yetisine, uçuç böceklerinin yabanlara konduğuna, gidenlerin kirpilerden esinlendiğine ve göğün yedi rengine inanmış. Kimi zaman, bir ‘dudağın kenarında yanıp sönen yeşilden’ almış cesaretini sözcükler, kimi zaman kukumav kuşlarının gurbete gittiği yerden, çokça teşbihle.
Kimi zaman da sözcükleri;
‘çarpıp geçtiğinde görseydin aşkla döndüğümü
  senin için bu kadar sıkıcı olmazdı
  teneke gıcırtısına benzettiğin pervanemin sesi’
 diyerek serzenişlerinin duyulmamasına içleniyor gibi titrek çıkmış.
  ’Geç kalmışlıkla erkenci olmanın’ arasındaki avuntusuyla, kalmanın da, gitmek kadar ağrılı yanına
  ‘sen ki hep o uzun vedalar için seviyorsun kendini
   buradayım oysa, bir gölge boyu uzağında’
seslenmiş soluk aldıkça.

‘uçuç böcekleri ve bir de yaban arıları cesaret edebilir
 hiç bahçıvan makası görmemiş dallarımda dolaşmaya
 azcık konuklan geçer birazdan dudaklarının morluğu’

gibi sertçe dokunan sözcükleri savurmuş uzun vedalara, gölge boyu kadar uzaklıklara ve yaban yulaflarının içinde uyuyup seyrettiği yolların o tepelere varmayışına. Topraktan, toprakta bitenden, toprakta tütenden alıyor rengini şiirleri. Elinde bir fotoğraf makinesi, ormandan, çiftleşen kaplumbağaların ve çobanların yanından geçiyor. Sazlıklara uzanıyor boylu boyunca. Yolları izliyor. Doğanın değişme gücüne yaslıyor temennisini. Aşağıdaki dizeyle;
‘ ormanın çırılçıplak kaldığı günlerde kaybetsem de seni
  otların en yeşil zamanında geri geleceğini biliyorum’
  Beklentisini, çırılçıplak kalmış bir ormanın günü geldiğinde  yeşillenebileceğine dayandırıyor. Toprağın doğurganlığına güvenerek.

 Sözcükleri geçmişe eğilip bakıyor
‘seninle omuzlarımıza dökülen ıhlamurun yanına geldiğimde, tek bir gövde gibiydik dedim seninle; göğün mucizesini ve toprağın doğurganlığını gösterirken birbirimize.’’
Hatıraları giz oluyor, sözcüklere.
‘ölüm var diye sokuluyorum gölgene. Ateşin söylemeye çalıştığını anlatan çok. Ne ki dilsizim ben, söyleyeceği sözü durmadan erteleyen bir sır taşıyıcı. Bu nedenle yıkıyorum ağzımı, yemine durmadan önce; sürekli köpürtmeye çalıştığım gençliğimin külüyle.’
Kuşların getirdiği haberlere, yollara ve aynı sağanakta ıslanmanın avuntusuna sığınıyor. Gözünün gördüğünü fotoğraflıyor şiire. Renkler, çiçekler, ormanın sessizliği, kertenkelelerin uyuyan miskinliği, yaprakların birbirine anlattıkları ve bir akrebin soktuğu yerde, zehri emip toprağa bırakmasını…
Toprak doğurandır. Sütü de zehri de saklayandır

Göğün altında
Selami karabulut
2015 Sunullah Arısoy Ödülü
Hel yayınları

Okuma Notları / Narin Yükler

Haziran’ın geçmeyeni 2016

15 Aralık 2017 Cuma

‘Aynadaki Çürüme’ sürgünün yası

iliyoruz ki hayattan kopmadığı sürece dilin yansıtıcı ve temsil edici niteliğinden şiir de etkilenir ve etkileniyor. O nedenle belki de bir süredir hüznün, yasın, huzursuzluğun şiirde daha da yoğunlaştığına tanık oluyoruz. Şiirde arayış her dönem süren dolayısıyla sürekli olan bir durum. Bugünün şiirinde de öyle. Bugünkü şiir açısından belki farklı olan arayışın çok yönlü oluşu. Değişik boyutta, farklı yönlerde, karşıt eğilimler gözlemleniyor. Ancak netlik kazanmış bir eğilim yok.
Bu yönelimler arasında şiiri hayattan, ruhundan, dolayısıyla kendi doğal ve tarihsel tavrından uzaklaştırma çabası da var. Neyse ki hâlâ sonuçsuz kalan bir çaba bu. Her şeye karşın hâlâ siyasal iktidarın yörüngesine girmiş, sermayenin kontrolünde, sesiyle, sözüyle egemen ideolojiye boyun eğmiş bir şiir, blues müziğinde beyaz adamın yorumcudan daha fazlası olmasının imkânsız oluşu gibi imkânsız. Seçici kurulunda Sina Akyol, Orhan Aklaya, Gökhan Arslan, Meryem Coşkunca ve Suat Çelebi’nin yer aldığı Arkadaş Z Özger Şiir Ödülü’nün 2017 yılında verildiği isimlerden biri de Narin Yükler’di (1988).
Paylaştırılan birincilik ödülünü Narin Yükler, “Aynadaki Çürüme” adlı dosyasıyla almıştı. Ödülün diğer ortağı “Ölümler ve Mandalina Kabuğu” adlı dosyasıyla Fatih Kök (1985) olmuştu. “Aynadaki Çürüme”, Mayıs Yayınları tarafından kitap olarak yayımlandı. Ödülün açıklanmasından sonra iki dilli ve Kürt genç şair kadın olarak Narin Yükler’le bir söyleşi yapmış ve burada (gazeteduvar.com) yayımlamıştık. Yükler o söyleşide, şiir yolculuğunun nasıl başladığını şöyle anlatıyordu: “Kimim ben diye sormadım kendime hiç. Bugün ‘Narin Yükler kimdir’ sorusu için aynaya baktığımda aldığım cevap; kadın, anne ve göç. Gerisi detay.
Yarın değişir mi, bilmiyorum. ‘gurbet ki en çok uykusuz gecelerin birikmiş cinnetidir/dönmek için şarkı biriktirmek, gurbete dairdir’ (Toz Kadınları, C. Hakkı Zariç) bu dizeleri okuduğum zaman tutunma şeklimi seçtim: Şiir. 2015 sonu. Kadın olarak, anne olarak, Kürt olarak söylemek istediklerim vardı ve bunları şiir sesimle anlatmak bana daha anlamlı geldi.” “Aynadaki Çürüme”yi okurken Yükler’le yaptığımız söyleşideki özellikle şu, “aynaya baktığımda aldığım cevap; kadın, anne ve göç” ifadesinin eşlikçim olduğunu söyleyeceğim.
Buna değinmemin nedeni şu: Genç bir şairin şiirini hakkıyla anlamak, değerlendirmek için daha fazla çabaya olduğu kadar ipucuna da gereksinim vardır. Genç bir şairin yapıtı her şeyden önce şiir okuma alışkanlığı açısından yabancıdır. Sabır, anlayış ve feraset gerektirir. Yükler’in bu az, ama öz sözü, şiirlerin anlam ve kapsamını kavramak için kitabın içinde yaptığım yoluculuk süresince önüme çıkan düğümleri çözmemde, kapıları açmamda, çıkmazları çıkmamda, anlaşılmazı anlamamda kılavuzum oldu. Şiirin doğası gereği zaten her zaman ıssız ve puslu bir mekândır. Bir dil mekânı. O ortamda yapılan yolculuğun bilinmezlere, değişik sürprizlere açık olması gibi nedenlerle okurun bir mihmandara gereksinim duyması kaçınılmaz. Kitabın adı, bölüm başlıkları, şiir adları, bazen bir dize, bazen bir imge.

Bazen kitabın içinden, bazen şairin yaşantısından. Bu yol gösterici her şey olabilir. Şiir okumayı hakikatli bir uğraş olarak bir keşif yolculuğu gibi görüyorum. Bana kalırsa şiir okumak yolculuğa, başka okumalardan daha fazla benziyor. Duyguda, düşüncede, duyarlıkta süren bir yolculuk. Çok boyutlu bir keşif yolculuğu. Üstelik karşıya geçmeyi, şairin tarafına geçmeyi göze almanın hani nerdeyse zorunlu kılındığı bir yolculuk.
Şiirin okurdaki kalıcı, bazen hasar yaratacak boyutlara ulaşan etkisinin de bu yolculukla gerçekleştiğini düşünüyorum. Yapıtın içinde bazen dura ilerleye gezinmek, bazen uzak, bazen kısa mesafeli yürüyüşler, yolculuklar yapmak şairini de, özgül bir dil olan şiiri de anlamayı, yorumlamayı, açımlamayı, sorununu açığa çıkarmayı kolaylaştırmakta. Ayrıca gizli açık, doğrudan ya da dolaylı, hatta yaratıcısından bağımsızlaşmış her yapıtın içkin bir talebi vardır. Muhatap bulmak, bilinir, görünür olmak. Çünkü her sözün bir nedeni vardır. Her şiirin şiir olma nedeninin temelinde de bunlar yer alır diye düşünüyorum. Okuduğumuz şiirin şiir olma nedenini bilmek düşünmek gerekir.
Bunun için de yapıtla diyalog kurmaya, şairin sesini duymaya azami çaba göstermekten yanayım. Belki bu nedenle çok soru soruyorum. Kitabın içinde yürüttüğüm keşif yolculuğunda oluşan sorularıma yanıt arıyorum. Şiir kitabının içindeki yolculuğun gerçekten de iyi bir okul olduğunu söylemeliyim. Üstelik herkes için gerekli bir okul. Narin Yükler’in “Aynadaki Çürüme”si genç bir şairin ilk kitabının olması gerektiği oylumda. İçerik olarak da hem ne olduğuna, hem de gelecekte ne olacağına, dahası ne olabileceğine yönelik önemli işaretler içeriyor, kayda değer veriler sunuyor. “Yol” başlıklı şiirinden birkaç dize okuyalım:
pencereden izliyorum içimden geçenleri
babamın cebime koyduğu ceviz kabuğuna
sığdıramıyorum gerçekleri
giderek daha uzak bir şeye benziyor ev
Kitap “Çürüme”, “Ayna”, “Perde” ve “Hafıza” ara başlıklarını taşıyan dört bölümden oluşuyor. Çürümeden aynaya, aynadan perdeye, perdeden hafızaya geçen ve bu geçişle ilgili bir şiir mi? Bakalım öyle mi? Kitapta bölümlerin tümünü birden kapsayan ortak sorunun göç olduğunu görüyoruz. Yükler, farklı başlıklar arasında yer şiirlerinde göçün değişik aşamalarını, göç sürecinin çeşitli deneyim, gözlem ve izlenimlerini dile getiriyor. Şu dizeler çürüme başlıklı şiirden:
rüzgâr süpürürken yaprakları
aylar, mevsimler, yıllar geçti
geçip giden ne varsa
içimden geçti
Sanırım yolculuktan çokça söz ettim. Göçün acılı ve yaslı boyutlarının alabildiğine sergilendiği bir kitabın etkisinde olduğum için sanırım.
Göçün dile getirildiği şiiri ya da şiirleri daha iyi anlamak için şairi takip etmek gerekir diye düşünüyorum. Ben de öyle yapıp bir göçmen olarak konuşan Yükler’in ayak izini takip ettim. Dönmek dili ezen bir kelime başlıklı şiirden bir bölüm aktarmak istiyorum:
bana gitmenin kuşluk vaktine denk geleni öğretildi
şeker topladığım sokaklardan koparılmanın gerçekliği
içime döndüm –dönmek dili ezen bir kelime-
dönmediğim her yol için kelimeler biçtim kendime
bana siyahın tonu
gitmenin hiçbir siyaha sığmadığı öğretildi
dönüş biletinin yosun tutan yanını
gurbetin sırta dokunan tarafını
kaşlarının altındaki iki çukura gömme öğretildi
Giderken gidemeyince, yola çıkarken yola çıkamayınca, evden ayrılırken ayrılamayınca, yoldayken yolda olamayınca, kısaca adımların geri geri gitmesiyle yaşanan göçle kimse yerleşince yerleşemiyor göçünce de göçemiyor. Göçmeye, daha açıkçası kaçmaya mecbur bırakılmış bir şair Narin Yükler. Bir süredir ait olduğu evden, mahalleden, şehirden, sevdiklerinden, yakınlarından ayrı, özlemle, yasla yaşıyor mecburen. Bu durum dizelerine de yansıyor bütün açıklığıyla. Yeri gelmişken belirtelim Yükler duygularını, düşüncelerini saklamıyor. Onun bu açıklığı şiirine zenginleştirici bir boyut katıyor. Alıntıladığım şu iki dizede de görüyoruz bunu:
çerçeve hısmıdır artık kerpiç duvarın, kırmaz hatırayı
bir annenin kaçıp gitmiş kızıdır en sızılı yanı
Narin Yükler’in dili ve şiirleri kendi kişisel serüveninin, travmasının izleri kadar genel olarak göç sorunu odağında yaslı coğrafyanın sesini, sözünü hayat için, dünya için, insan için, insanlık için, vicdan için bilinir olacağı mesafeye getiriyor. Su masalı başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:
dilimi seriyorum bakır tasın sırtına
ellerimi iki yutkunma arası yol
elerim içine çökmüş sahra
yüzümden dökülüyor sır ve dua
sıvası dökülmüş eve denk
duruyor göğsümde sır ve yara

Göç bir mağduriyettir. Büyük bir mağduriyet. Göçle üstelik zorunlu göçle mağdur olan Yükler, bir göçmenin en çok muhtaç olduğu şeyi dile getiriyor.
Göç mağdurunun yüzüne, sesine, sözüne, duygularına, düşüncelerine, duyarlılıklarına kulak vermek insanlık borcudur. Yükler bize bu borcu anımsatıyor aslında. Ama şairin sesi öyle “buraya bakın burada” tonunda çıkmıyor. Bize bırakıyor, duygularımıza, düşüncelerimize duyarlılığımıza bırakıyor bunu. Duyumsayalım istiyor. “Yol” kitabın dikkat çeken şiirlerinden. O şiirden bir bölüm daha alıntılamak istiyorum:
beni getirip sınırın bittiği yere yığdılar. biri bastığım
toprağı çekti, biri alnımdaki ülkeyi. ayak izim tenimde,
terk ettiğim evin gölgesiyle, bir ağacın içinde ısınıyorum
şimdi.
“beklemek ağırlığını almış bir yağmur damlası” dizesinin altını da çizdiğim ve adı Mardin’in eski isimlerinden biri olan Edassa başlıklı şiirden şu bölümü de okuyalım istiyorum:
eleğim yoktu. suyla ayrıldım kendimden
toprak kaplar içerisinde girdim bu şehre
göğsümde kaybettirilmiş köylerin iziyle
“Aynadaki Çürüme” göçe odaklanmış olmakla birlikte başka sorunları ve insanı durumları da konu ediniyor. Öyleyken de bir göçmen olduğu gerçeğinden uzaklaşmıyor. Şiirleri okurken biz de göçmenin insan olduğunu duyumsayalım istiyor. Göçmenliğin ateşine üfleyen aşkın, gurbetin, özlemin dile getirildiği ve kitaba da adını veren “Aynadaki Çürüme” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım istiyorum:
başka sözlerin şarkıları okşuyor tenlerimizi.
aynı sözcüklerin omzunda teselli olmuyor sessizliğimiz
aynı gecelerden üşümüyor gençliğimiz.
aynı şehirde değiliz. burada henüz düştü cemre
yokluğunu düşürecek bir sitem bulamadım kendimde. ne
terk ettiğim ev, ne üstüne döküldüğüm yol, eskitemedi
beni sensizliğimden.
hatırla, gülümsemeni sürerdim çürük yerlerime.
aynalara uğramayan suretimi kim yazacak
kim tanımlayacak kelimelerin dildeki ağrısını
yoldaki sancıyı, uzaktan uzağa el uzatmanın kokusunu
kim?
Biraz uzun bir alıntı olduğunun farkındayım. Ama elimde olsa tamamını alıntılardım. Şiir okuruna önerim bu şiir de dahil kitabın tamamını okumaları… Narin Yükler, şiir sesiyle göçü, yası, huzursuzluğu ve çokça da hüznünü söylüyor gönülsüz sürgünlüğünün. Genç bir şair kadın olarak, ama aynı zamanda iki dilde Kürtçe ve Türkçe yazan bir şair olarak da sesleniyor okura Narin Yükler. O da daha başka birçok şair kadın gibi bugünkü şiirin şiir yanında duruyor. Şair kadınlar bugünün şiirinde hüznü söylüyorlar, acıyı söylüyorlar, yası söylüyorlar, çünkü hayatın gerçeği bu, hayatın gerçeğini söylüyorlar. “Aynadaki Çürüme” kitabından son alıntı “Nazar” başlıklı şiirden:
gökteki siyah tülün aralandığı yerde öğrendim
kederini abasına gizlemiş bir kadının barışa yürüdüğünü
içe doğru açılamamaktan bıkkın bir kapı
inledi: gam yüklü tasın umuda döktüğü suya kurşun
dökmeli!
Kitabı bitirdiğimde; diliyle, sesiyle, uğraştığı sorunlarla birlikte değerlendirildiğinde Narin Yükler dikkat çekici bir şair diye düşündüm. Kanaatim o ki Yükler, modern Türkçe şiirin geleceğinde de önemli bir isim olacaktır.

'Kürtçe için yine Kürtler mücadele ediyor'

Kadın, genç, Kürt ve şair Narin Yükler Kürtçe şiirlerle katıldığı Arjen Ari şiir ödülünden sonra Türkçe şiirleriyle katıldığı Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nde de birinci oldu. İki dilli şair Narin Yükler. Hem anadili Kürtçe, hem ifade dili Türkçe şiir yazıyor ve yayımlıyor.
Narin Yükler’le aldığı ödülleri, ödüllerle ilgili tartışmalarını, iki dilde şiir yazıp yayımlamayı, Türkçe şiir ortamına ilişkin düşüncelerini ve gelecekle ilgili tasarılarını konu ettiğimiz söyleşi için sorular yönelttik. İçinde olduğu koşullara ve ağır sorunlarına karşın sorularımızı yanıtladığı için kendisine teşekkür ediyoruz…
Narin Yükler kimdir, şiire ne zaman ve nasıl başladı?
‘Kimim ben’ diye sormadım kendime hiç. Bugün ‘Narin Yükler kimdir’ sorusu için aynaya baktığımda aldığım cevap; kadın, anne ve göç. Gerisi detay. Yarın değişir mi, bilmiyorum.
‘gurbet ki en çok uykusuz gecelerin birikmiş cinnetidir
dönmek için şarkı biriktirmek, gurbete dairdir’ (Toz Kadınları, C. Hakkı Zariç)
bu satırları okuduğum zaman tutunma şeklimi seçtim: şiir. 2015 sonu. Kadın olarak, anne olarak, Kürt olarak söylemek istediklerim vardı ve bunları şiir sesimle anlatmak bana daha anlamlı geldi.
Anadilin Kürtçe ve sen hem Kürtçe hem de Türkçe şiirler yazıp yayımlıyorsun. Aynı yıl içinde iki dilden iki şair adına konulan farklı iki ödülde birincilik aldın, neler söyleyeceksin?
Narin Yükler
Niran Yükler
Arkadaş Zekai Özger şiirlerini okuduğum, sevdiğim ve hayatını kısmen de olsa Arjen Arî ile özdeşleştirdiğim bir isim. Ünlü Kürt şair Şêrko Bêkes ustası kabul ettiği Nalî gibi gurbette ölmüştür. Ölümü şaibeli Arkadaş Zekai Özger’in, kimsesizliği (yersiz- yurtsuzluğu) isim edinmiş Şêrko Bêkes’in ve tutuklu şiirlerin şairi Arjen Arî’nin birbirinden çok da farklı olmadığına inanıyorum. Bu yüzden iki ayrı dilde olsa da, bu iki ismin bir tahtada yan yana yazıldığı için aynı bıçağın kesiği olduğunu görebiliyorum.
Ödüller, özellikle de şiir ödülleriyle ilgili tartışmalar her zaman gündemde. Türkçede verilen şiir ödülleri hakkında genç bir kadın ve Kürt şair olarak sen neler düşünüyorsun?
Türkçede bolluk ve çeşitlilik var. Bu ortamda nitelikli/niteliksiz ve bağlantılı olarak şiir ödüllerinin yersizliği tartışmalarının yaşanmasından daha doğal ne var. Beğeninin olduğu yerde beğenmeme, takdirin olduğu yerde eleştiri hep olmuştur.
‘Şiir ödülleri gerekli midir’ diye sorarsanız; bugün yazdıklarının ödülle değerlenmesine ihtiyacı olmadığı halde kitap yayımlatma koşulunu sağlayabilmek için şiir ödüllerine başvuru yapmak zorunda kalan şairler var, bu açıdan gerekli görüyorum. Yoksa ödül iyi ve kalıcı olmanın ön koşulu ya da garantörü değil. Ancak, genç şairlerin her ödüle aynı hevesle başvuru yapmasını da tutarsızlık olarak görürüm.
Ölçüsü olmalı biraz. Bazen adına şiir ödülü düzenlenen şairin şiirleri, poetik tutumu veya hayatı, bazen sponsor ya da düzenleyici yayınevi, bazen de jürideki isimler burada ölçü kabul edilebilir.
Evet, jüri katılımcılar arasından seçimini yapıyor, ama şair de ödüller arasında seçimini yapabilmeli, seçici olabilmeli. Şiir kitapları tarih kitapları gibi yazılmamalı, fakat çoğu zaman dünümüze ve bugünümüze dair yankılar, mesajlar içerir. Dizelerimi okuyanlara vermek istediğim mesajı yazdıklarıyla, duruşuyla yadsıyan, bir jürinin ya da yayınevinin elinden kitabım geçsin istemem.
Hem Türkçe, hem Kürtçe şiirler yazıyor ve yayımlıyorsun. Şiir çevreleri ve okurları şiirlerini dergilerden okuyor ve takip ediyorlar. Bunlar çoğunlukla Türkçe şiirler. Kürtçe şiirlerini de yayımlıyor musun? Nerelerde ve nasıl yayımlıyorsun?
İlk şiirim Akatalpa’da, ardından Evrensel Kültür gibi birçok dergide yayımlandı. Dergilerin yeni sayılarına yayımlandıktan birkaç ay sonra arkadaşlarım aracılığı ile ulaşabiliyordum. Dolayısıyla neler yazılmış, şiirin ve insanlığın bugününe dair neler söylenmiş, neler söylenmemiş geç fark ediyordum.
Okudukça birbirimizin mizacını anladık ve birkaç dergiyle yol ayrımına geldik. Şimdi ikiyi geçmeyecek dergi sayısıyla Türkçe şiir için ağır ilerlemek istiyorum. Kürtçe şiir ve öykülerimi ise düzenli olarak Kelên, Rojnameya Evro, ve Rojnameya Hich’de yayımlıyorum. İki kitabımın da bu yıl içerisinde ödüller sayesinde yayımlanabilecek olması, şiirlerimin dergilerden uzak kalmasına sebep olsun istemiyorum, dergilerden okumaya devam edeceğiz.
Genç bir şair olarak Türkçe şiir ortamının bugününe ve geleceğine yönelik neler söylersin?
Türkçe şiir/ Türk şiiri, ulus/dil tartışmaları sonraki zamana dursun, bugün Türkçe yazılan şiirde kadınların ve Kürtçe yazamayıp Türkçe yazan Kürt şairlerin katkısı büyük. Anlatıcının kadın olduğunu hissettiren şairlerin şiire katkısını önemsiyorum. Çünkü Türkçede de, Kürtçede de eril dilde yazan kadın şair sayısı azımsanamayacak kadar çok. Türkçe şiirde bu durum genç şairler sayesinde biraz daha aşılmış durumda. Hatta her şeye rağmen iki dil için de şunu söyleyebilirim: Bugünün şiiri dünden daha cesur.
Türkiye’de Kürtçe yazılan şiirde bugün neler olup bittiğini Türkçe şiir okuruna aktarmak, tanınmasını sağlamak amacıyla kısa da olsa bir değerlendirme yapmanı istesem?
Bugün Türkiye’deki Kürtlerin büyük bir çoğunluğu Türkçe biliyor, ama anadili olan Kürtçeyi bilmiyor. Çünkü; Türkçe okuyor, Türkçe yazıyor, Türkçe düşünüyor, Türkçe öğrenim görüyor, alışveriş yapıyor, iş yerinde, hastanede, mahkemede aynı dili kullanıyor. Kürt edebiyatçı Fawaz Husên şöyle der “Mezopotamya’nın Kumları” adlı kitabında: “Katolik okulundaki ilk yıllarımda, eğitimin neden anadilimden; Fawzo Ana’nın masallarını, Şeyhmus Amca’nın efsanelerini anlattığı dilden başka dillerde yapıldığını anlayamıyordum. Okulda Arapça, Fransızca, Ermenice ve hatta öyle bir dil olsa Marsça bile öğrenebilirdik, ama asla Kürtçe öğretilmiyordu. Kürtçeyi ya bilirdin ya da bilmezdin. ‘Ev içi’ kurduğumuz bir dil, kendi aramızda iletişim kurduğumuz, tartıştığımız ya da barıştığımız dildi Kürtçe.”
Kürt şairler, şiirin yanında dil de çalışmak zorunda kalıyor. “Herkes hayatı belli bir dilde yaşar; deneyimlerini bu dilde kazanır, bu dilde hazmeder ve yine bu dilde anımsar. Benim yaşamımdaki temel çatlak, anadilim olan Arapça ile eğitim dilim ve eğitim sonrası akademik ve öğretmenlik kariyerim süresince ifade dilim olan İngilizce arasındaydı. Bu nedenle de kendi anlatımını başkasının dilinde kurmaya çalışmak karmaşık bir uğraştır” der, Edward Said. Kürt şairler de ellerinde kalan tek evi -Kürtçeyi- yaşatabilmek/iyi yazabilmek için kendi imkânlarıyla çalışıyor. Sinn Fein, “Hapishanede, çırılçıplak soyunduğunuzda yapılacak en İralandaca şeyin, İrlandaca konuşmak” olduğunu söylemişti. Kürt şairler/edebiyatçılar da bunu yapıyor. Kürtçenin dünü de bugünü de bu.
Kürtçe şiirin tanınmasını sağlamak amacıyla burada kısa da olsa çağdaş Kürt şiirinden, dizelerinden, biçim arayışlarından bahsetme konusunda azlimi rica edeceğim. Bu görevi hep Kürt edebiyatçılar üstleniyor çünkü. Bugün Türkiye’de yüzlerce yayınevi, çevirmen, edebiyat tarihçisi, akademisyen varken dünyanın en ücra köşelerini mesken tutmuş halkların dili Türkler ve Türk edebiyatçılar tarafından öğrenilip, çevrilip tanıtılıyorken aynı ülke sınırları içerisinde birlikte yaşamın arzulandığı halk olan Kürtlerin, Kürtçe edebiyat ve Kürtçe edebiyata ait eserlerinin tanıtımını, çevirisini ve araştırmasını sadece Kürtler yapıyor.
Kürtler yazıyor, Kürtler kendi yazdığını Türkçeye çeviriyor, tanıtımını yapıyor ve Kürtçe için yine Kürtler mücadele ediyor. Durum buyken, Ehmedê Xanî, Elî Herîrî, Melayî Cizîrî, Mesture Kurdistanî gibi klasik Kürt edebiyatçıları şöyle dursun, bugün eserleri dünya dillerine çevrilmiş çağdaş Kürt romancısı Bextiyar Elî’den, Ehmed Huseynî’den, Omer Dilsoz’den, Nobel edebiyat ödülüne aday gösterilen Kürt şair Ebdulla Pêşêw’den, Arjen Arî’den, Berken Bereh’ten, Kawa Nemir’den, Fatma Savcı’dan, Gulîzer’den, Yıldız Çakar’dan, Tîroj Amed’ten, Nûdem Hezex’ten Ulku Bîngol’den veya Lal Laleş’ten konuşmak yerine sormak istiyorum; Türkçe edebiyat ve yayın çevresi neden bu isimlerden habersiz?
Kısa ve uzun zamanda gerçekleştirmeyi öngördüğün şiirle ilgili tasarıların vardır sanırım. Bunlar nelerdir? Yani gelecekte şiir okuru Narin Yükler’den neler beklesin?
Öğrenebilsem, İngilizce de yazmak isterim, Japonca da, hatta varsa Mars diliyle de. Ama gelecekte Narin Yükler kendinden Kürtçeyi şiir dili olarak daha etkin kullanmayı bekliyor. Kürtçe okuyucularının da bunu beklemeye hakkı olduğunu düşünüyorum. Önümde kaynakları, boğazları, mahzenleri ve nehirleri ile bir dil var ve ben her yerini görmek istiyorum. Yavaş yavaş ortaya çıkan ikinci Kürtçe şiir kitabımı bu yüzden biraz daha bekleteceğim. Türkçe için ise bu yıl bitmeden ‘kolonyalizm ve edebiyat’ temalı denemelerimi yayımlamayı planlıyorum.