29 Eylül 2015 Salı

Hava Kavanozları (Öykü) /Narin Yükler

Her sabah yaptığı gibi yine erken uyanıp, yatağın yanındaki, üzerinde bardak ve sürahi bulunan eski ceviz ağacından yapma küçük konsolu pencerenin önüne itti. Kapısını kilitleyip yatağın altından defter ve kalemini çıkarıp yarım bıraktığı öyküyü yazmaya devam etti…
‘’ … Tabiatın bozulması insanın, tüm evreni sadece kendisi için bahşedilmiş, tükenmesi imkânsız sonsuz bir kaynak olarak görmesi ile başlamıştı. Bu algı, insanın giderek hırslı, bencil ve kendi türü dâhil bir başka canlıya yaşam olanağı bırakmamasına neden olmuştu. Doğadaki her şey sistemli ve planlıydı. Evrenin en karmaşık yapısına sahip olan insan, doğanın muntazam düzenini bozmaya yemin etmişti sanki…’
Gözlerinin yanmaya başladığını hissedince bıraktı yazmayı. Defteri tekrar yatağının altına gizledi. Kimse görmemeliydi. Yazdıklarının bitirilmeden görülmesi, tekrar deli yaftası yemesine sebep olabilirdi. Cebindeki aynayı çıkarıp, yüzüne ve gözlerine baktı. Gözleri her ne kadar yorgunluktan kızarmışsa da yüzü dışarıdaki birçok insandan daha kanlı canlı idi. Üzerinde iki yıl çalışıp tamamladığı hava aktarıcı aparatı, giysi dolabının üst bölmesinden çıkardı ve yatağın altındaki kavanozlardan boş olanlarına hava doldurmaya başladı. Bir zamanlar havayı saklama gereksinimine ihtimal bile vermezdi. Fakat şimdi durum değişti. İnsanlar daha çok kazanç, daha lüks yaşam, daha fazla tüketme ve daha az üretme uğruna çok şeyi yok etmeye başlamışlardı. Sular yataklarından çekilmiş, atıklardan dolayı,  rengi maviden yeşilimsi bir mora dönen deniz, barındırdığı canlılara mezar olmaya başlamıştı. Azalan ağaçlar biraz yağmur suyunun gelmesini sağlamışsa da hızla değişen iklim şartları o ağaçların da yaşamdan kopmasına neden olmuştu. Bu yüzden bulabildiği bütün kavanozlara hava dolduruyordu. Kavanozlara hava doldurmanın bir çözüm olmadığını biliyor, yazdıklarından daha çok dikkat çektiği kanaatinde olduğundan sürdürmeyi gerekli görüyordu. Elindeki kavanozların dolduğunu fark edince kapının arkasında asılı duran maskeyi de alıp dışarıda boş kavanoz aramaya çıktı. Komşuları,  kiracıyı yine maskeli bir şekilde ellerinde boş poşetlerle çöp kovalarında kavanoz ararken gördüklerinde pek de şaşırmamışlardı. Son zamanlarda nadir de olsa dışarıya çıktığında yaptığı tek şey buydu, boş kavanoz aramak! Bundan dolayı değil miydi geçen yıl tam da mesleğinin zirvesindeyken onu çöp kovalarını karıştırırken gören komşularının ihbarı üzerine şaşkınlık ve endişe dolu söylemler eşliğinde akıl hastanesine götürülmüştü. O dönem kimse ödüllü bu yazarın tuhaf davranışlarına anlam verememiş, sürekli dillendirip durduğu ‘’havasız kalıyoruz’’ cümlesine mantık yürütememişti. İki yıl boyunca ödüllerinden dolayı davet edildiği televizyon programlarında hep bu konuya değinmiş, sürekli program formatı dışındaki konulardan bahseden bu adamın yüzüne bütün medya organlarının kapıları kapanmıştı.
 Bulduğu kavanozları evine götürüp temizledikten sonra kurumaya bıraktı. Defterini gizlediği yerden almak için yatağın önüne eğildi. Defteri gizleme huyu meraklı ev sahibinin, kendisi evde olmadığı zamanlarda düzenli olarak evi kontrol etme bahanesi ile eve gelmesinden doğmuştu. Kaleminin mürekkebini doldurup yazmaya devam etti.
‘’ Bunca kargaşanın içerisinde kendi geleceğinin daha fazla mal ve mülkte olduğunu zanneden insan güruhu, bir gün en kıymetli şeyin temiz bir hava ve yaşanabilir bir dünya olduğunu anlayacak. Umarım bu susuz kalan bir evrenin ilginç böcek ve hayvan istilasına neden olmasından ve insanların su için birbirlerini öldürmelerinden önce olur.’’
Kalemi bırakıp biraz uyumak istedi. Gözleri bir süre tavanda sabit kalsa da daha fazla dayanamadı, bıraktı kendini.
 Yarı açık kalan perdeden sızan gün ışığı onu uyandırmıştı. Bir önceki günün ikindi vaktinden beri uyumuş olduğunu fark etti. Ürkerek yatağın altındaki kavanozlara bakma istenci hissetti. Kontrol ederdi arada. Çalınmasından değil, dalga geçilip savrulmasından korkardı hep. Ne diye saklardı bu kavanozları, o da bilmezdi. Bütün bir evrenin oksijeni azaldığında bu kavanozlar işe yaramayacaktı ki!
Olsun…
Yine de bu içgüdüsel tavır, onun kendini iyi hissetmesine neden oluyordu. Gözü defterine ilişti. Sayılı sayfaları kalmıştı. Yeni bir defter almayacaktı. Bütün defterlerin ağaçlar kesilerek yapıldığını ve bütün defterlerin üzerinde ‘’ağaçları korumalıyız ‘’ diye ironi bir ifadenin yer aldığını okumuştu bir yerde. Bu hoşuna gitmişti. En azından sadece defter üretimi için dikilen ağaçlar olmadıkça yeni defter almayacaktı. Yarım kalan mürekkep şişesini konsolun üzerine bırakıp yazmaya koyuldu.
‘’ Ben iç sesiniz. Yıllardır daha fazla kazanacağız diye doğayı harap ettiniz. Şimdi durun ve pencerelerinizden dışarıya bakın. Yoldan geçenlerin yüzüne ve aynada kendinize! Renklerinizin değişimine, giderek tıkanan nefesinize ve yaşam alanı bırakmadığınız diğer türlere…’’
 Kalemi bıraktı umutsuzluğu artınca. İnsanlar ona neden inanmamışlardı? Bundan beş yıl sonra herkesin maske ile dolaşmaya başlayacağını ve havanın gittikçe kirleneceğini söylemenin neresi kötü? Neden inanmak istememişlerdi? Ona inanan birkaç grup çıksa da daha fazla kazanç uğruna her şeyi feda edebilen zengin medya patronları kendisinin bir zamanlar ünlü bir yazar olmasına saygı duyduklarını, fakat şimdi bir deliden farksız olduğu telkini ile ikna etmişti o grupları. Halk bu doyumsuz medya patronları sayesinde giderek kirlenen havanın sebebini anlık sebeplere bağlıyor ve geçici olduğunu düşünüyordu. Bu umutsuzluk içerisinde yine yorulan bedenini uykuya teslim etmek istediyse de açık televizyona yöneldi. Her zaman izlediği kanal, Coribo diye bir ülkede insanların giderek çoğalan karbondioksitten nefes darlığı yaşadığının  ve solunum sistemlerinin zarar görerek öldüğünün haberini veriyordu. Bu doğanın ani öfkesi değildi. Bu insanın kendine biçtiği bir sonun belirtisiydi. Dışarı çıkmak için maskesini aldı. Caddeye çıktığında birkaç maskeli insan daha gördü. Birini durdurup konuşmak istedi. Aldığı ‘’ geçici bir durum’’ cevabından sonra ikinci bir kişi ile konuşup ikna etmenin yararsız olduğunu düşündü. Eve gidip uyudu.
 Sabah kendini gösterdiğinde keskin bir koku ile uyandı. Dışarı çıktığında bunun üç kilometre ötedeki sahilde karaya vuran ölü balıkların kokusu olduğunu öğrendi  yan bakkaldan. Yüzünde haklılık ifadesi belirmedi. Öngördüğü fakat hiçbir zaman gerçekleşmesini istemediği sonlardan biriydi bu. Orayı görmek istemediğinden tekrar eve döndü. Yazmaya devam etmeliydi. Zira giderek kötüleşen hava koşulları, onun da bedenini hasara uğratmış, zaten yaşlı olan vücudunu dirençsiz kılmıştı. Kapıdan içeri girdiğinde şimdiye kadar kazandığı ödüllere, çeşitli dillere çevrilen kitaplarına, aldığı sertifikalara baktı. Neye yaradı ki bunlar bu durum karşısında! Değiştiremeyecekse bu durumu, neye yarardı! Bir yazarın daha iyi bir yaşam çabasından başka meşguliyeti olamazdı ki! Kalemini defterinin arasından çıkardı, devam etti yazmaya.
‘’Bugün gelişen olaylara rağmen insanlar kendilerine söylenen ’’bir zararlı sıvının balıkların ölümüne sebebiyet verdiği ve bu durumun bir daha yaşanmaması için gerekli önlemlerin alındığı’’ haberine inandılar. Oysa başlarını kaldırdıklarında maskeli insanların çoğaldığını, sağlık durumlarının gittikçe kötüleştiğini, havanın zaman geçtikçe daha çok kirlendiğini göreceklerdi. Yapılan yapılar, kesilen ağaçlar, barajlar, plansız yollar, nesli yok olan hayvanlar, her şey bu yok oluşu tetikliyordu. Ve bütün bunlara sadece insan sebep oluyordu. İnsan, doğanın sadece kendisi için bahşedildiğini düşünen varlıktı ve bir başka türden canlıya, hatta kendisine bile yaşanabilir bir evren bırakmamıştı.’’
Gözlerinin tekrar yandığını hissetti. Kalemi defterinin arasına koyup hava kavanozlarının yanına bıraktı. Soluduğu kirli hava işlevini gittikçe yitiren solunum sistemine ağır gelmeye başlıyordu. Uzandı, düşündü…
Bunca yıl yazıp çizdikleri sadece deli yaftası yemesine yaramıştı. Uyandıramamıştı insanları. Düşündü, uyudu…
Gün ışıdı, gün karardı, uyanamadı.
 Aynı gün, güçsüz toprak kaydı evlerin altından. Enkazlar geçti gözler önünden, uyanamadı. Ardından hava dolu kavanozları eşliğinde yazdığı son kitabı kaldı. Onu birileri okuyabildi mi bilmiyoruz. Ama en azından o, okunabilme umudu ile yazdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder